Girne Kalesi, Kıbrıs'ın Girne şehrinde bulunan, 7. yüzyılda, Arap-İslam akınlarına karşı kentin korunması için Bizanslılar tarafından yapılmış kaledir.
Tarih;
Restorasyon
- Kulede Lüzinyan, Venedik ve Osmanlı dönemlerinin özelliklerini yansıtan dönemin savaş zırhlarının yanı sıra kaleye hakim olmuş ülkelerin bayrakları da sergilenmektedir.
Kaleye giriş
Kalenin içi
Bellapais Manastırı
Bellapais Manastırı, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin Beylerbeyi köyünde bulunan tarihi bir manastır.
12. yüzyılda Roma döneminde inşa edilen temeller üzerine inşa edilmiş olup orta çağda yapılan eklentiler bütününde yapı gotik mimarinin doğudaki örneklerinden birisidir. Girne şehir merkezine yaklaşık 10 dakika mesafede Girne Dağlarının eteklerinde yer alır.
Tarih
Genel özellikler
Günümüz
Saint Hilarion Kalesi
Saint Hilarion Kalesi, Sent Hilaryon kalesi, Aziz Hilaryon kalesi (St.Hilarion), Beşparmak dağları üzerinde kurulan üç kaleden en batıda yer alanıdır.
Ada halkını olası Arap akınlarına karşı korumak ve muhtemel sardırılara karşı uyarmak amacıyla inşa edilmiştir. Denizden 700 metre yükseklikte oldukça sarp iki tepe üzerine kurulan Kale Deniz seviyesinden 700 metre yüksekte oldukça sarp iki tepe üzerinde yer alan kaleye 10.yy'da bir manastır ve kilise de eklenmiştir.Kalenin kesin yapılma tarihi bilinmemekle birlikte. M.S. 11. yüzyılda Bizanslar tarafından gözetleme kulesi olarak yapıldığı sanılmaktadır.Kale, bugünkü adını Kudüs'ün Araplar tarafından fethinden sonra Kıbrıs'a göç eden ve ömrünün son yıllarını burada ibadetle geçiren bir keşişten almıştır. İlk temel taşlarında Orta Çağ kalıntıları bulunduğu Kale'de Lüzinyanlar döneminde odalarda mimari değişikliklerin yapılarak son halinin günümüze kadar gelmiş olabileceğini 1988 yılında adayı ziyaret eden belgesel yönetmeni Tekin Gün Saint Hilarion Kalesi makale yazısında geçmektedir.Bizans döneminde onarımdan geçen kale, 1489 yılında Venedikliler'in adayı ele geçirmesiyle boşaltılmış ve kaderine terk edilmiştir.
Girne’de sıradağların yükseklerinde konumlanmış, Akdeniz’i ve Kuzey Kıbrıs manzarasını çevreleyen alanını tepeden seyreden St. Hilarion Kalesi, Lefkoşa’ya giderken yol üstünde bulunan Hilarion Kalesi, Girne sıradağlarındaki 3 kalenin (diğer ikisi Kantara ve Bufavento) en iyi korunmuş olanıdır.
İnanılanın tersine, kale ismini 4 yy.’da Filistin ve Kıbrıs’taki faaliyet gösteren bir Azizden değil, Kutsal Topraklarda işkenceden kaçıp inzivaya çekilen, dağlardaki bir mağarada yaşayıp ve orada hayatını kaybeden bir papazdan almaktadır.
Kantara ve Bufavento Kaleleri gibi St. Hilarion Kalesi de aslında Kıbrıs’a ve Anadolu kıyılarına devamlı saldırılar yapmak için yaklaşan korsanları görüp uyarmak için inşa edilmiştir. Aslında burada bir manastır ve kilise de inşa edilmiş olmasına rağmen, kaleye tarihteki ilk atıf 1191 yılındaki kayıtlarda bulunmuştur. Tarihte bir süre boyunca bu kale önemli stratejik bir öneme sahip olmuştur ancak daha sonra Lizünyan soylularının tatil için gittikleri bir yer haline gelmiştir.
Kalenin büyük bir kısmı 15. Yüzyılda Venedikliler tarafından garnizonların artan maliyetlerini düşürmek amacıyla boşaltılmıştır.
Üç farklı düzeyde inşa edilmiştir ve her biri kendine yeterli ve bağımsız olarak tasarlanmıştır. En alt ve orta bölge ekonomik amaçlar için kullanılırken üst kısım ise kraliyet ailesinin konakladığı kısım olmuştur.
Ana girişteki surlar 11. yüzyılda Bizanslılar tarafından güçlendirilmiştir, bu dönemde ise kalenin en alt kısmı askerlerin ve atlarının konaklamasına ayrılmıştır. Orta kısım kraliyet sarayı, mutfak, kilise ve büyük bir sarnıç için tahsis edilmiştir. Üst kısmında kale girişinde, ortasında avlu bulunan bir Lüzinyan Kapısı bulunmaktadır.
Kraliyet dairelerinin ikinci katında Gotik tarzıyla oyulan Kraliçenin Camı’ndan bakılınca görülen panoramik manzara olağanüstüdür ve Kuzey Kıbrıs’ın Kuzey kıyılarının, özellikle Lapta ovalarının resim gibi manzarasını görmek için buraya tırmanmaya gerçekten değecektir.
Walt Disney’de ‘Uyuyan Güzel’ karakterine ilham vermesiyle ünlü olan bu kale hem tarih meraklıların hem de muhteşem manzaralara ilgi olan kişilere pek çok fırsat sunmaktadır, ayrıca açık bir günde buradan Türkiye’yi bile seyredebilirsiniz.
En yüksek zirveye kadar ulaşabileceğiniz merdivenlerde eğim biraz diktir ancak tutunabileceğiniz bir merdiven tırabzanı bulunmaktadır. En yükseğe çıkmak için deniz seviyesinden 732 metre yüksekliğe çıkmanız gerekecektir, burada üniformalı askerlerle bir hatıra fotoğrafı çekilme fırsatı yakalayabilirsiniz.
Düz ve rahat ayakkabılar giyilmesi ve özellikle yaz aylarında ziyaretçilerin yanlarında atıştırmalık bir şeyler bulundurması tavsiye edilmektedir.
Kale üç ayrı bölümden oluşmaktadır. En alt bölümde yer alan ana girişi koruyan savunma yeri Bizanslılar tarafından 11.yy'da güçlendirilmiştir. Aşağı bölüm atlar ve askerler için kullanılmaktaydı. Orta bölümde, kralın sarayı, mutfak ve kilise yer almaktadır. Bu bölümde bir de su deposu bulunur. Yukarı Kalenin girişinde bir Lüzinyan Kapısı vardır. İki zirvenin ortasında ise bir avlu bulunmaktadır. Soylular doğu bölümünde ikamet ederler, mutfak ve diğer gündelik odalar ise batı bölümünde yer alırdı. Kraliyet konutunun ikinci katında bulunan Kraliçe Penceresi'nden (gotik tarzda oyulmuş bir pencere) çevrenin panoraması doyumsuzdur. En üstteki bölümde ise Prens John kulesi bulunmaktadır.
Bufavento Kalesi
Bufavento Kalesi, Kıbrıs'taki Beşparmak Dağları'nda bir kaledir. Deniz seviyesinden 950 metre yükseklikte bulunan kale, sarp bir tepenin etekleriyle zirvesine inşa edilmiş olduğundan doğal bir savunma sistemine sahiptir. Dağ kalelerinden olan St. Hilarion ile Kantara’nın en yüksek ve en küçüğüdür. Bizanslılar tarafından Lion (Arslan Kalesi), Leonton ve Leonne, Fransızlar tarafından Bufevent, İtalyanlar tarafından Buffavento ile ‘Lioutes’ (‘Rüzgarlardan Korkmayan / Rüzgarlara Baş Eğmeyen’) ve genel olarak da ‘Yüz bir Evler Kalesi’, ‘Kutsovendis Kalesi’ ve ‘Kraliçe Kalesi’ adlarıyla bilinmektedir. Kalenin 101 odası olduğuna ve kayıp olan bir odayı bulanların bir defineye sahip olacaklarına inanılmaktadır.
Yapılış tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte St. Hilarion ile Kantara kaleleri gibi ilkin bir ‘gözetleme kulesi’ (‘işaret kulesi’) olarak Bizans devrinde yapıldığı, Lüzinyan devrinde (M.S 1191 – 1489) kullanımına devam edilip son şeklini aldığı ve Venedik dövrinde asker azlığı nedeniyle yıkılıp terk edildiği kabul edilmektedir.
Adından da anlaşılacağı üzere, bu kale rüzgarlarla mücadele etmektedir ve bu nedenle İtalyanlar tarafından “Rüzgâra Boyun Eğmeyen” olarak adlandırılmıştır.
Meserya Ovasını gören 940 metre yüksekliğindeki bu kale, üç kalenin en yüksek ve en erişilmez olanıdır.
Bufavento Kalesinin batısında St Hilarion Kalesi ve doğusunda Kantara Kalesi yer almaktadır ve Girne Sıradağlarına koruyucu miğfer görevi görmektedir. Diğer iki kale de bir zamanlar birbirleri arasında sinyallerin aktarılması için kullanılan Bufavento Kalesinden görünmektedir.
Bu kalenin erken tarihçesi hakkında çok az bilgi bulunmaktadır. Orta Çağ döneminde bu kale, Richard the Lionheart tarafından 1191 yılında Bizans imparatoru İsaak Komninos’un kızından alındığında Aslan Kalesi olarak bilinirdi. Daha sonra Lüzinyanlar bu kaleyi diğer kalelerle bağlantılı şekilde zindan ve işaret kulesi olarak kullanmıştır. 14. yüzyılda bu kale Venedik Cumhuriyeti’nin kontrolüne geçmiştir ve bu dönemde kullanıma kapatılmıştır.
Kale, dayanıklı savunma duvarı olan alt sur ve kayalıklı zirvede küçük bir alanı kaplayan üst sur olarak iki kısma ayrılmıştır. Böyle bir inşa, dış duvarlar haricinde bir sur yapısına gerek bırakmamıştır ve kalenin doğal olarak güvenli konumu gereği yalnızca bir kapısı bulunmaktadır.
Diğer kalelere göre daha eski görünse bile, hala ayakta duran kuleleri ve duvarları, ormanı andıran yokuşlardan aşağı inerken insanın başını döndüren manzaralarla ve sonu olmayan güzelliklerle dolu bir ambiyans sunmaktadır.
Beşparmak Dağları’nda işaret levhasıyla açıkça gösterilen “Bufavento Kalesi”, kalenin altındaki park alanına giden yokuş yukarı yolda 15 dakikalık bir sürüş uzaklığındadır ve bu park alanında yalnız bir zeytin ağacı ve 1988 yılında dağın zirvesine çakılan bir uçakta hayatını kaybeden mürettebatın anısını yaşatmak için yapılmış bir anıt bulunmaktadır.
Bu noktadan itibaren, dik ama basamaklı 20 dakikalık bir yürüme yolu bulunmaktadır. Zirveye 600 adımlık bir maceraya başlayacağınız için kapalı yürüyüş ayakkabısı giymeniz tavsiye edilmektedir. Diğer iki kalede de olduğu gibi, arazinin bitki örtüsü oldukça zengindir ve şanslıysanız kalenin tepesinde daire çizen şahinlerin ve kuzgunların ötüşlerine şahit olabilirsiniz ki bu tırmanışınızı paha biçilemez hale getirecektir.
Girne Limanı
Girne yerleşim yeri muhtemelen MÖ 1000 yılında kurulmuştur. Ada erken dönem şehir krallıklarından biriydi.
Kuzey kıyı şeridindeki merkezi konumu güneydeki ve aralarında Türkiye’nin de bulunduğu kuzeydeki ülkelerle ticaret yapmak için harika bir fırsat sunmuştur. Anadolu’nun güney kıyısına sadece 40 mil uzaklıkta, yük gemileri sık sık Akdeniz üzerinde taşıma yapmaktadır ve bu gemiler için çok eski zamanlardan beri bir liman bulunmaktadır.
1878’de adanın İngiliz işgaline uğramasından hemen önce yaşanan altın çağında, yerli kayıkçılar Girne Limanından büyük miktarlarda ticaret gerçekleştirmekteydi. Mevsime bağlı olarak, buğday ve zeytin, keçiboynuzu, eşek, keçi ve daha pek çok ürün ihraç etmekteydi. Ayrıca kayıkçılar; odun, çanak çömlek, baklagiller, süt ürünlerinin yanı sıra ipek, pamuk elbise, düğmeler, mobilya parçaları gibi küçük değerli eşyaların da ithalatını yapardı.
Genellikle Avrupa’dan gelen daha büyük tekneler, keçi boynuzu hasat zamanı olan sonbahar sonu veya kışın başında adaya getirdiği bereket sebebiyle “Kıbrıs Siyah Altını” olarak bilinen bu ürünü almak için gelirlerdi.
Zamanla, liman yakınlarında 2 katlı evler yükselmeye başlamıştır, ev sahipleri bu evlerin ilk katını depo olarak kullanırken üst katlarında da kendileri yaşamıştır.
Günümüzde, Girne Limanı yatlar ve balıkçı kayıklarıyla dolmuştur ve üzerine Girne kalesinin devasa gölgesi düşmektedir. Arkasında sivri dağların ve önünde sakin denizin bulunduğu bu liman, insanı huzurdan sarhoş edecek derece sakin bir atmosfer sahiptir.
Limanın hoş kıyısı, birçok restoran ve kafenin oturup dünyanın akışını huzurla seyredebileceğiniz masalarıyla dolup taşmaktadır. Daha önce keçiboynuzu depoları ve Venediklilerin konaklaması için kullanılan yerler restoran ve dükkanlara dönüştürülmüştür ve limana curcuna ve kalabalık hissi olmadan hareketli ve canlı bir atmosfer kazandırmıştır.
Son 450 yılda oldukça değişen bu yerleşim yerinde, modernleşme etkin bir şekilde binaların mimari bütünlüğünü korumuştur ve hiçbir yerde patlayan flaşlar veya yüksek sesli müzik yoktur. Restoranların çoğunluğu, başta yerel olarak tutulan taze balık ve deniz ürünleri olmak üzere leziz Kıbrıs Türk mutfağı tatlarını sunmaktadır
Bir zamanlar yük gemilerinin demir attığı yerlerde, şimdi tur gemileri ve tekneleri kıyı şeridini gezme fırsatı sunmaktadır, aynı zamanda liman yakınlarında benzersiz konaklama yerleri de bulunmaktadır.
Geceleri, ışıklar liman sularına vurduğunda, oturup büyüleyici manzaranın tadını çıkarabilirsiniz.
Hz Ömer Türbesi
Yüzyıllar boyunca türbeler Türk topraklarında yaşayan Müslümanlar için oldukça önemlidir.
İnsanların bu türbeleri ziyaret etmek için özellikle Ramazan ayında şifa bulmak veya hayatlarındaki bir soruna çözüm getirmek gibi pek çok sebebi bulunmaktadır.
Girne’nin doğusuna 6 km uzaklıkta, Çatalköy’ün kıyısında bulunan Hz. Ömer Türbesi, İslami inancına göre kutsal bir yerdir.
Beş Parmak Dağları ve Akdeniz’in köpüren sularına bakan harikulade manzarası ile Hz. Ömer türbesi mükemmel ve huzurlu bir yerdir.
Bu türbe, sadece Hz. Ömer’in değil aynı zamanda 6 savaşçı ve Kutsal Adamın ebediyen yattığı yerdir. Türbenin tarihi 7. Yüzyıldaki Arap saldırılarına dayanmaktadır ve bu tarihten önce bu yer neredeyse bir yerel pagan tapınağıydı.
Osmanlı zamanında bu göz alıcı kıyıya küçük bir camii ve Mozole inşa edilmiştir ve naaşlar topraktan çıkarılıp tekrar defnedilmiştir.
Klasik Kıbrıs modasına göre, türbelerin çevresindeki manastırlarda büyüyen tekke ve dervişler, 1974 yılından önce hem Ortodoks hem Müslüman topluluklar tarafından çok hürmet görmekteydi.
Bu türbe, 1950li yıllarda yenilenmiştir ve günümüzde bu türbenin içerisinde büyüleyici kilimler ve halılar bulabilirsiniz.
Antiphonitis Manastırı
Christ Antiphonitis ismi "cevap veren Mesih" anlamına gelir ve bir dizi Yunan kilisesi bu şekilde belirlenmiştir. Sıfat bir mucizeden türemiş gibi görünüyor ikon Dualara cevap veren bir tür, ancak Kıbrıs'ta bu ikon hakkında hiçbir açıklama bilinmiyor. Adı geç ortaçağ döneminde ifade edilmektedir. On altıncı yüzyılda yazmak, Stefano Lusignan onun içinde Açıklama de toute l'isle de Cypre (Paris, 1580) bunu hatırlıyor Antifoniti ailesine ait bir tımaraydı, anneannesi Isabella Perez Fabricius'un manastırını kurduğu Antifonit ve kardeşi John (Hilarion adı altında bir keşiş olmuştu) orada öldü.
Bir vadinin başındaki doğal bir kaynak yerine inşa edilen kilise, 12. yüzyılda inşa edilmiş ve aslen bir Yunan Ortodoks manastır. Sekiz sütun üzerinde taşınan geniş bir kubbeye sahip tek bir binadan oluşur ve Kıbrıs'ta bu tipin ayakta kalan tek örneğidir. Yıkık ve kısmen restore edilmiş bir örnek Aziz Hilarion Kalesi ve bir zamanlar Aziz John Chrysostomos Manastırı'nın merkezinde benzer bir kilise vardı. Koutsovendis kiliseden önce on dokuzuncu yüzyılın sonunda yeniden inşa edildi. narteks batı tarafında ve güneydeki pasaj daha sonra, muhtemelen on beşinci yüzyılda binanın Latin kilisesinin altında olduğu sırada eklenmiştir. Kubbenin düzensiz şekli, belki de 1222 Kıbrıs depremi.
Mesih Antiphonitis Kilisesi dizisi için dikkat çekicidir. freskler duvarlarda ve sütunlarda. En eski tablolar on ikinci yüzyılın sonlarına aittir ve geç dönem üslubunun yerel bir yorumu olduğu düşünülmektedir. Komnenos Panagia tou Arakou'da göründüğü şekliyle dönem Lagoudera.
İlk incelendiğinde, Meryem Ana ve apsisteki piskoposlar zarar görmüş, ancak kutsal alandaki azizler iyi korunmuştur. Erken resim aynı zamanda dekonları, şehitleri ve stilitleri de içerir. Nefin güneybatı direğinde bir Vaftiz vardı.
Kalan resimler daha geç tarihlidir ve 1400'lere aittir. Bizans sonrası yerel canlanma tarzında yürütülüyorlar. Güney duvarında bir Jesse Ağacıve kuzeyde ayrıntılı Son Yargı veya Μέλλουσα Κρίση. Kubbede İsa Pantokrator meleklerle çevrili. A. ve J. Stylianou, 1960'larda ve 1970'lerde çalışmaları sırasında kubbenin resimlerinin zaten "ağır hasar görmüş" olduğunu bildiriyor.
Narteksteki resimler güneş ışığı nedeniyle solmuş, ancak önemli ölçüde büyük bir tasviri içeriyor. St. George.
1975'ten bir süre sonra, bazı fresk resimleri çalındı ve uluslararası sanat piyasasında satıldı. Son Yargı ağır bir şekilde hasar gördü ve apsisteki on ikinci yüzyıl meleklerinin başları hasar gördü ve kısmen çıkarıldı. Jesse Ağacı da kaldırıldı.
İkonostaz ve simgeler 1930'larda yazan Rupert Gunnis, ikonostaz kapıları 1650 tarihli mavi ve altınla boyanmış, dolayısıyla M.Ö. Mehmed IV vergi yükü hafifletildiğinde. Simgelerin çoğu, 1659 tarihli Başmelek Mikail'den biri ile on yedinci yüzyıla aitti.
Kilise için dikkate değer duvar yazısı ve on sekizinci, on dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda alt fresklere kazınmış hacı kayıtları. Ağırlıklı olarak Yunan ama birkaçı da Osmanlı Türk alfabesi. Bunlar, bize binayı ziyaret eden sıradan Kıbrıslıları anlatan, popüler tarihin eşsiz belgeleridir. Görünen tarihler arasında 1803, 1888, 1891, 1896, 1902, 1903, 1904, 1910, 1911, 1919, 1930 ve 1958 bulunmaktadır.
1930'larda, Mesih Antiphonitis Kilisesi Kykkos Manastırı'nın malıydı.
Halen bir müze olarak sınıflandırılmış ve Kuzey Kıbrıs'taki müzelerin listesi.